"Enter"a basıp içeriğe geçin

14.-15. Yüzyılda Osmanlı – Bizans İlişkileri Nasıldı?

1261’de Latinlerin elinden alınan İstanbul’da Paleologos hanedanı tarafından Bizans İmparatorluğu tekrar kurulmuşsa da Anadolu ve Rumeli’deki yerlerin çoğu elden çıkmıştı; İmparatorluğun dayanacak ehemmiyetli bir ordusu yoktu; ordu denilen şey, kısmen muhtelif milletlere mensup aylıklı ve serkeş bir kalabalıktan ibaretti.

Denizcilik de durmuştu. İmparatorluk sahillerinde, adalarda yerleşmiş olan Venedik ve Cenevizlilere ait kadiırgalar Bizanslılara göz açtırmıyorlardı. İstanbul’un yanı başındaki Galata ve Beyoğlu, Cenevizlilerin ellerinde bulunuyordu. Ege’nin Anadolu kıyısındaki adalar da zâhiren imparatorun yüksek hâkimiyeti altında olup hakikatte ise Ceneviz cumhuriyetine bağlı idi.

Türklerin Osmanlı ve diğer Anadolu beylikleri kuvvetlerinin mütemadi surette ilerleyerek Anadolu’daki Bizans topraklarına yerleşmeleri muntazam ordusu olmayan ve mevcut kuvveti de işe yaramayan imparatora hariçten yardımcı kuvvet arattırıyordu. Türk istilasının Anadolu’da süratle gelişmesinin sebeplerinden birisi de vergilerin ağırlığından ve mezalimden bıkan halkın Türk istilasına karşı mukavemet etmeyerek teslim olmaları idi.

Paleologosların ilk Bizans İmparatoru Mihail (Mişel) Paleologos Tesalya’da bir köyde bulunduğu sırada kalp sektesinden vefat ederek yerine yanında ordugâhta bulunan oğlu İkinci Andronikos imparator oldu (1282). Bunun zamanında imparatorluğun durumu epey sarsıldı. Bilhassa Anadolu’daki yerler süratle istilaya uğruyorlardı; Andronikos, hemşiresi Prenses Marya’yı İlhan Gazan Mahmud Han’a vermek suretiyle o taraftan yardım vaadi almış ise de bu sırada Gazan’m vefatı ve Marya’yı alan kardeşi Olcaytu Mehmed Hüdabende’nin de yardım işine o kadar ehemmiyet vermemesi imparatorun ümidini kırmıştı; bu suretle şarktan gelecek yardımdan ümidini kesen Andronikos garptaki muharebelerde para ile hizmet eden ve Katalan denilen nizamsız, serseri ve çapulcu bir kuvveti hizmetine çağırmaya mecbur oldu.

İspanya Kralı Ferdinand Daragon 1302’de Sicilya Kralı Şarl Danju ile barışınca hizmetinde kullandığı ücretli askerlerini Bizans’a göndermek suretiyle bunlardan kurtulmuştu. Roje dö Flor (Roger de Flor) adında aslen Alman olan korsan ve sergüzeştçi birisinin kumandasında olarak sekiz bin Katalan İstanbul’a geldi. Bunlardan bir kısmı ağır ve bir kısmı hafif techizatlı idiler. Bunlar ihtida Galata’daki Cenevizlilerle boğazlaştılar ve Rumları soymaya başladılar. İmparator bunları Anadolu’ya sevk etti ve Kapudağı’nda karaya çıkarttı.

Katalanlar evvelâ Karesi Türkmenleriyle çarpışarak bazı muvaffakiyetler elde ettiler; güneye doğru inerek Saruhan ve Germiyan kuvvetleriyle de çarpıştılar ve Filadelfiya (Alaşehir)’yı Germiyanlıların muhasarasından kurtardılar ve birtakım kazançlar ve başarılar temin ederek Kilikya’ya kadar indiler; fakat bunlar işgal ve kurtarma harbi değil, çapul yaparak geçip gitme harbi yaptıklarından imparatorun maksadı hasıl olmadı. Bundan sonra yine aynı tarzda geriye dönüp geçtikleri yerleri yakıp, yıkarak ortalığa dehşet verdiler; imparator Türklerden ziyade, yardımına çağırdığı bu serserilerden korkmaya başladı ve Trakya’ya geçmelerini emretti.

Katalan kumandam Roje dö Flor Gelibolu’ya geçip askerlerini orada bırakarak az bir maiyeti ile Edirne’ye giderek orada İmparatorun oğlu ve saltanat şeriki Mihail’e tâzimatım arz ederken bir Alan tarafından öldürüldü ve maiyyeti de katledildiler. Bundan müteessir olan Gelibolu’daki Katalanlar intikam almak için tahribat yaptılar ve Gelibolu’yu zapt ile buradaki Türkler ve yabancı ücretli askerle beraber bir müddet tutunarak kendilerini aldatan imparatorun topraklarına mütemadiyen akın yaptılar; bu suretle iki yıl uğraştıktan sonra Trakya ve Marmara havzasında yağma edilecek bir şey bırakmayınca Kesendire yarım adasına geçtiler, fakat Marmara’da Anadolu sahilindeki Biga’yı ellerinde bulundurdular. Aynaroz’u yağma ve keşişleri öldürüp buradaki binaları yaktılar ve daha sonra da pek mamur olan Atina dukalığına geçtiler. 1311’de Livadya ve Mora’daki Frenklerin on beş bin kişilik kuvvetlerini de imha ettikten sonra Atina’da bir askerî demokrasi vücuda getirdiler.

İmparatorluk acz içinde çalkalanırken İstanbul 1305’te Latinler tarafından tekrar işgal edilmek tehlikesi geçiriyordu. papa V. Klemen, bu hususta Fransa Kralı Güzel Filip ve Napoli Kralı Şarl dö Valva ile muhabere ediyordu; bundan başka yine Papa Venediklileri de İstanbul’un fethine teşvik etmekte idi; Kleman 1307’de Napoli Kralı II. Şarl’a, İstanbul’un zabtı için mektup yazmış ve Venedikliler ile Şarl dö Valva arasında bu hususta bir ittifak bile aktetmişti.

İmparator, İstanbul’un zapt edilmesi korkusunu 1314’de Güzel Filip’in ölümüne kadar çekti; daha sonra Papa da bu fikirden vazgeçerek Kilikya’daki Küçük Ermeni Krallığı ile Kıbrıs adasını Memlük devletinin taarruzundan kurtarmaya çalıştı; işte bu sıralarda batıdan gelecek bir yardımcısı olmayan Rum İmparatorluğu’na karşı Uç Beyi Osman Gazi adım adım ilerlemekte idi.

Bu XIV. yüzyıl başlarından itibaren İmparatorluk adalar cihetinden de müşkül durumda bulunuyordu. Türklerin taarruzlarına uğrayan Sakız adasına Benedetto vali olmuş ve bu suretle orası da Cenevizlilere geçmişti. 1300’de Menteşe beyliği tarafından kısmen zapt edilmiş olan Rodos adasının diğer kısmında Rumlar tutunuyorlardı; fakat 1310 senesinde Sen Jan şövalyeleri, Papa ile Fransa Kralı Güzel Filip’in teşvikleriyle Rodos’a hücum ederek Adayı almışlar ve buradaki Menteşe beyliği ile Rumların hâkimiyetlerine son vermişlerdi.

Babasıyla birlikte hükümdarlık yapan Mihail (IX. Mişel) 1320 senesinde vefat etmişti; bunun Andronikos ve Manuel isimlerinde iki oğlu vardı; bunlardan Andronikos büyük babası ihtiyar imparator Andronikos tarafından çok sevildiğinden yanında bulunuyordu. Bu, Genç Andronikos, imparator olmak istediğinden faaliyete geçti.

İhtiyar Andronikos ile torunu Genç Andronikos arasındaki tac kavgası da imparatorluk için içten gelen ayrı bir çöküntü idi 2. Genç Andron’igos’un imparator olması hususunda saray nazırı Kantaküzen de çalışıyordu; bu taç kavgası üç seneden beri devam etmekte idi; nihayet 1328’de kırk altı seneden beri imparator bulunan İhtiyar Andronikos hal edilerek genç torunu bütün idareyi eline aldı.

Genç Andronikos, büyük babasının taraftarı olup onun yardımına gelen Bulgar Kralı Mihail Asen’i tehdit ederek geri döndürmüş, Bursa’yı zapt ile İznik’i muhasara etmekte olan Orhan Bey ile Pelekanon muharebesi yapmış ise de muvaffak olamayarak yaralanıp kaçmıştı (1329 veya 1330).

Bursa ve İznik gibi İstanbul’a yakın iki mühim şehrin elden çıkması Anadolu sahasında Bizans İmparatorluğu’na vurulmuş iktisadî bir darbe idi. Bunlardan sonra 1337’de İzmit’in alınması da ehemmiyetli bir ticaret iskelesinin kaybedilmesi demekti. İznik’in ipekçilik, dokumacılık ve çömlekçilik işleri mühim bir kazanç temin etmekte idi; kezâ Bursa’da yukarıda adı geçen ipekçilik ve dokumacılık itibariyle ileri bir şehirdi.

Osmanlıların Karadeniz ve Boğaziçi kıyılarına (Anadolu sahili) kadar sokulmaları, Bizans’ın başkentini kara yoluyla yavaş yavaş diğer şehirlerinden ve hariçle temastan tecrit etmekte idi. Henüz ehemmiyetli bir donanmaya malik olmayan Osmanlı Türklerinin deniz yolunu kesmeleri mümkün değildi.

Bu sırada yani 1340’da korkunç bir hasım olarak imparatorluğun karşısına Sırp kıralı İstefan Duşan çıkmış ve Makedonya’yı işgale başlamış ve hattâ İstanbul’u almak için Orhan Gazi ile anlaşmak üzere Osmanlı hükümdarının yanına bir heyet bile göndermişti.

Genç Andronikos 1341’de henüz kırk beş yaşında iken vefat ettiği zaman bizzat vasiyeti üzere Fransız olan karısı Anna dö Savua’dan doğmuş olup.henüz küçük yaşta bulunan oğlu Yuannis (Jan)’in vesayeti Gran Domestik Kantakuzen’e verilmişti. Kantakuzen, saltanata vekâlet dolayısıyla imparatorluk tacım giydiyse de rakiplerinin entrikaları neticesinde vekâleti İstanbul ile Edirne’de kabul edilmemiş olduğundan o da vekâlette ısrar ederek Dimetoka’ya gidip orada kendisini imparator îlân eyledi (26 Ekim 1341).

Kantagüzen’i imparator tanımak istemeyen Edirneliler Bulgar kıralı Aleksandr’ı yardımlarına çağırmışlardı. Edirne tarafına gelmiş olan Aleksandr yardım yerine yağmacılık yapmış ve sonra da Kantakuzen’le anlaşmıştı. Büyük tazyiklere maruz kalan Kantakuzen iddiasından vazgeçmeyip kendisine yardım etmek ve buna karşı Serez’e kadar Makedonya’yı işgal eylemek şartıyla Sırp kıralı ile anlaşmak üzere o tarafa gittiyse de bir netice hasıl olmadı ve nihayet Foça muhasarasında tanışmış olduğu Aydınoğlu Gazi Umur Bey’e baş vurdu.

Umur Bey, Kantakuzen’e otuz iki gemi ve yirmi dokuz bin askerle yardıma geldi ve Dimetoka’ya gelen Bulgarları oradan kovdu. Umur Bey ertesi sene yine Rumeli’ye geçmiş ve bu yardım sayesinde Kantakuzen, rakipleri tarafından tertip edilen tehlikelerden kurtulmuştur.

1344’de Aydınoğulları’nın en mühim şehirlerinden olan sahil İzmir’in Latinler (Papa, Venedik, Rodos, Kıbrıs, Ceneviz) tarafından işgali ve donanmalarının yakılması üzerine Umur’un yardımından ümidini kesen Kantakuzen telaşa düşmüş ve Umur Bey, ona bundan sonra yardım edemeyeceğini bildirerek yardım hususunda Osman oğlu Orhan Bey’e müracaatı tavsiye etmişti. Bir ara Saruhan Bey’in tavsiyesiyle Frenklerle mütareke yapmış olan Umur Bey 1345’de Çanakkale yoluyla dostu Kantakuzen’e yardıma gelmişti; kendisinin donanması Latinler tarafından yakılmış olduğu için bu defa Saruhan Bey ile Karesioğlu’nun kuvvetleri de beraber olarak Çanakkale’den karşı Rumeli sahiline geçti. Bu sırada evvelce Kantakuzen’in hizmetine girmiş olan Bulgar Momiçilo adındaki cesur çete reisi, sonradan Kantakuzen aleyhine dönmüştü. Umur Bey, başında bir çok serseri bulunan ve İskeçe ile Kuzey Yunanistan’a kadar Rodob mıntıkasına hâkim olan Momiçilo’yu mağlup ederek öldürdü ve buna tâbi şehir ve kasabaları Kantagüzen işgal etti; işte bundan sonra Kantakuzen Orhan Bey’in yardımıyla işini görmeye başladı.

Orhan Gazi İmparator Kantakuzen’e ilk defa beş, altı bin kişi ile yardım etti ve Karadeniz kenarındaki Süzebol müstesna olarak o sahiller, Kantakuzen’in hasmı olan küçük imparatorun validesi Anna’mn elinden ahndı; bundan başka Edirnede zahtedı’ldi. 1346 Mayısta Kantakuzen’in kızı olan Teodora’yı Orhan Gazi nikâhladı.

Kantakuzen Rumeli’de hâkim vaziyete geçince İstanbul’u almak istedi. Orhan Gazi’nin verdiği kuvvetler de beraberinde olarak orayı kuşattı ve bir sene muhasaradan sonra şehirdeki taraftarlarının Yaldızlıkapı (Yedikule kapısı)’yı açmaları üzerine İstanbul’a girdi ve küçük İmparator Yuannis’le beraber imparatorluğu kabul edildi. 1347 yazında Orhan Gazi Üsküdar’a gelerek kaynı pederi ile görüştü ve Sırplara karşı hareket etmek için imparatora altı bin kişilik bir kuvvet verdi. Bu yardımlar sayesinde maksadına ulaşan Kantakuzen bir müddet sonra Osmanlılardan yüz çevirdi ve 1347’den itibaren Papa’ya müracaat ederek bir haçlı seferi yapılmasını teklif etti; bu teklif ve müzakereler 1353 senesine kadar altı sene sürdü.

Kantakuzen bu dönckliğiyle beraber başı sıkıldıkça Orhan’a başvurmaktan hâli kalmıyor ve o da planını tatbik için yardımı esirgemiyordu. 1349’da Sırbistan Kralı Duşan tarafından zapt edilmek üzere bulunan Selânik şehri Orhan’ın oğlu Süleyman Paşa ve Kantakuzen’in oğlu Matyos (Mateos) kumandalarındaki yirmi bin kişilik bir Türk kuvvetiyle, Bizans donanmasıyla beraber yirmi iki Türk filosu sayesinde kurtarıldı.

Bundan sonra tekrar baş gösteren İmparator Yuannis ve Kantakuzen mücadelesinde Osmanlılar ile Cenevizliler Kantakuzen’i Venedikliler ile Bulgar ve Sırplar da Yuannis’i tutmuşlardı; bu dar zamanda Orhan’ın yine yardımını görmüş olan Kantagüzen buna mukabil Gelibolu yarımadasındaki kalelerden birini vermeyi vadetmiş 2 ve bu suretle aldığı Türk kuvvetleriyle Edirne’de muhasara altında bulunan oğlu Mateos’u kurtarmış ve yine Orhan’ın vermiş olduğu on bin kişilik kuvvetle Dimetoka’da Sırp ve Bulgarlara karşı mühim bir muvaffakiyet elde etmiştir (1352). Bu yardımcı Türk kuvvetlerine Orhan’ın büyük oğlu Süleyman Paşa kumanda ediyordu. Süleyman Paşa Anadolu’ya dönerken Kantakuzen’in Türklerin yardımına mukabil Gelibolu yarım adasında vermiş olduğu Çimbi veya Çimpe kalesine asker bırakmıştı.

İşte kuvvetli basımlarına karşı bütün muvaffakiyetlerini Türklere medyun olan Kantakuzen Trakya ve Makedonya’daki hâkimiyetini iyice kuvvetlendirdikten sonra 1353’de sefihane hayatı sebebiyle hakaret ettiği asıl İmparator Yuannis’i saltanattan indirerek Bozcaada’ya sürmüştü. Osmanlılar 1345’den beri Bizans’taki tac ve taht kavgalarına karışmışlar ve nihayet 1353’de (754 Hicrî) Kantakuzen’in yardım mukabili kendilerine vermiş olduğu Çimpe kalesine yerleşmişlerdi ki Osmanlıların Rumeli’de hakikî yerleşmeleri bu tarihte başlamaktadır.

Kantakuzen, Osmanlıların Avrupa mıntıkasına adım atarak yerleşmelerinin, imparatorluk için ne kadar tehlikeli olduğunu, nihayet ihtirasım tatmin ettikten sonra anlayabilmiş, fakat artık iş işten geçmişti; nitekim 1354’de Gelibolu’yu alan Türkler Bolayır ve Tekirdağ’ına kadar Marmara kıyılarını elde etmişlerdi.

Bu hali gören Kantakuzen Orhan Gazi’ye haber gönderip on bin altın mukabilinde Çimpi’yi satın alacağını ve Türk kuvvetlerinin Gelibolu’yu terk etmelerini ve İzmit’de kendisiyle görüşmek istediğini bildirmişti; fakat Orhan Gazi, imparatorun kendisine verdiği Çimbi’yi para mukabilinde terk edebileceğini kabul ettiyse de Gelibolu’yu kendisi almış olduğundan dolayı orasını veremeyeceğim ve hastalığı sebebiyle de görüşemeyeceği cevabını yollamıştı. İzmit’e kadar gelerek bir hal çaresi elde edemeden İstanbul’a dönmüş olan Kantakuzen bu defa da Sırplarla Bulgarlara müracaat ederek Türklere karşı Balkan yarımadasının muhafaza ve müdafaasını teklif etti ise de bunlar, zamanında yaptığı hatayı (yani Türkleri Rumeli’ye davet etmesini) yine kendisinin düzeltmesini bildirerek ret cevabı vermişlerdir.

Tenedos yani Bozcaada’da hapsedilmiş olan asıl imparator Yuannis, Cenevizli meşhur Gattiluzio ailesinden Françeski ile, kız kardeşi Marika’yı vermek vaadiyle uzlaştı ve onun yardımıyla bir kış günü (1354 Ocak) İstanbul’a girmeye muvaffak oldu Bunun üzerine herkesi kendisinden nefret ettirmiş olan Kantakuzen’e karşı şehirde bir ayaklanma oldu. Halk tarafından alkışlanan Yuannis tekrar imparatorluğu elde etti. Bu hâdiseye karşı koyacak durumda olmayan gasıp imparator, kendisine teklif edilen müşterek saltanatı kabul etmedi ve karısıyla beraber İstanbul’a Sulumanastır (Perivleptüs)’a çekilerek rahip oldu (1355) ve daha sonra Aynaroz ve onu müteakip de Mora’nın Mizistra kasabasındaki manastırda otuz sene daha yaşadı ve meşhur tarihini bu manastır hayatında iken kaleme aldı.

Süleyman Paşa, Rumeli sahiline yerleştikten sonra faaliyette başladı ve Çorlu’yu aldı; imparatorun Türkleri buradan çıkarmak için kuvveti olmadığından bir dereceye kadar istilayı önlemek için Orhan’la iyi geçinmek mecburiyetinde idi, nitekim Orhan’ın Kantagüzen’in kızı Teodora’dan doğmuş olan oğlu şehzade Halil’in 1356’da İzmit körfezinde kayıkla gezerken Foça Ceneviz korsanları tarafından yakalanıp Foça’ya götürül. düğü vakit imparator Yuannis bu çocuğu kurtarmayı üzerine almış ve Bozcaada, Limni ve Midilli’deki donanmalarını alarak Foça’ya gidip Foça beyine yansı kendi tarafından ve diğer yansı da Orhan tarafından doksan veya yüz bin altın vermek suretiyle şehzadeyi kurtarıp İstanbul’a Ve oradan da İzmit’e getirip babasına teslim etmiştir (1359 Mart). Aynı senede yapılan bir muahede ile Yuannis, Orhan Bey’in Rumeli’de yerleşmesini kabul eylemiş ve on yaşındaki kızını Halil ile evlendirmeyi kararlaştırmıştır.

İşte Bizans’taki saltanat mücadelesi ve rakiplerden her birisinin Türk, Bulgar ve Sırplardan yardım istemeleri ve bu yardıma mukabil onlara yer vermeleri imparatorluğun sukutunu çabuklaşmıştır. Bu, imparatorluk mücadelelerinden en ziyade Osmanlı Türkleri istifade etmiştir; daha sonra Osmanlıların süratle Balkan yarımadasına yayılmaları imparatorları Latin devletlerine baş vurmaya mecbur etmiş, bu müracaat mezhep değiştirme yani Ortodoks mezhebi yerine Katolikliği kabul etmek teklifi ile karşılaşmıştı ki bunu daha aşağıda göreceğiz.

Balkan istilası sırasında Osmanlılar bu yarımadadaki milletlerin birbirleriyle münaferetlerinden Venedik ve Cenevizlilerin birbirlerine karşı şedid rekabetlerinden, kilise ihtilâflarından ve bu arada Ortodoks mezhebinde olan Balkan yarımadası halkının kuzeyden gelmekte olan Katolik tahakkümü dolayısıyla husule gelen münaferetlerden, vergilerin ağırlığından, mali ve iktisadî buhranlardan pek güzel ve ustaca istifade etmesini bilmişlerdir.

1361’de Venedik Doçu Lorenzo Çelsi İmparator Yuannis’e Osmanlılar aleyhine bir ittifak teklif etti ise de bir netice hasıl olmadı; Venediklilerden ümidini kesmiş olan İmparator, kendisine yardımcı bulmak üzere Avrupa’ya gitti ve oradan Macaristan’a geçerek kral Layoş’u ziyaret etti ve kendisine yardım edilecek olursa Katolik mezhebini kabul edeceğini temin eyledi. İmparatorların bu mezhep değiştirme teklifi çok evvel Mihail Paleologos (1261-1282) zamanında başlamıştı. O,Rumlarla Latinler arasında asırlarca hüküm süren mezhep münaferetinden doğmuş olan zararları anlamış veyahut İstanbul’u Latinlerden aldığı için onların husumetinden çekinmiş olduğu için Rumları garp kilisesine yaklaştırmak istemişse de muvaffak olamamış ve hatta vefatını müteakip yerine gelen oğlu II. Andranik, babasının Papa ile yapmış olduğu mukaveleyi bozmak zorunda kılmıştı; işte âciz ve sıkıntılı vaziyete düşmüş olan Yuannis de validesinin Katolik ve yüksek bir hanedana mensup olmasından dolayı garptan yardım ümidiyle bu eski siyasete başvurmuş ve bunun için Avrupa’ya gitmişti.

 

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir