"Enter"a basıp içeriğe geçin

İki Osmanlı Devrimi (1876 – 1908)

XIX. yy.’ın son çeyreğinde Osmanlı İmparatorluğu daha çok muhalifleri jurnallemeye yarayan Avrupa’nın en geniş telgraf şebekelerinden birine ve yine muhalifler için Abdülhamid’in zehirli kahvesine sahip olmakla birlikte bu ve diğer baskıcı önlemler oldukça yoğun bir muhalif düşünce etkinliğini önleyememiştir.

Nitekim bu zamanda Kemalizmi de eklersek üç siyasal değişimle noktalanan üç ana düşünce akımı gözlüyoruz :

 Düşünce akımları  Siyasal değişimler  İçerikleri
 Genç Osmanlılar  1876 I. Meşrutiyet  Osmanlı
 Jön Türkler  1908 II. Meşrutiyet  Türk-Osmanlı
 Kemalistler  1923 Cumhuriyet  Türk

 

Her üç durumda da askerlerin vazgeçilmez rolü açıktır. 1876’da ilk anayasanın ilanını Abdülhamid’i açıkça tehdit ederek sağlayan Süleyman Paşa’dır. Gerçi Sultan 19 Mart 1877’de Meclisi açtırdıktan sonra baskı ve kurnazlıkla daha bir yıl bile geçmeden 13 Şubat 1878′ de kapatacaktır ama ordunun ve ittifaklarının gücünü herkes gördükten sonra. Bu yüzden her müdahale sonrası görülen ordunun dikkatle izlenmesi olayı Kızıl Sultan’m daha bir dikkatle yaptığı bir iş olacaktı. Subaylar ve askerî öğrenciler adım adım izlenecekti.

İlk anayasa öncesi düşünce iklimini Osmanlılık denebilecek ve Kozmopolit (çok uluslu) İmparatorluğun parçalanmasını ne pahasına olursa olsun önleme kaygısı etkiliyordu. Henüz Türklük ya da Türkçülük gündemden çok uzaktır. Tek yenilik sorunların ilân edilecek bir anayasa ile çözülebileceğidir. Yeni Osmanlılar bir çeşit anayasalı bir Federalizmle Osmanlılığın ayakta tutulabileceğini sanmaktadırlar.

Yeni Osmanlılığın devrimi Türkiye’nin yüz yıl sonra bugün bile çözemediği bir Anayasacılık geleneği getirmiştir. Bu geleneğin Türk kamu yönetimine bıraktığı iz belki de sorunların yasal düzenlemelerle çözülebileceği inancıdır. Onun için bu yaklaşımın ardında çoğu kez toplumsal ve ekonomik gelişmeleri, kültürel değerleri ihmal eden bir yönetim anlayışı görülebilir.

Dünya siyasal literatürüne bir tutum olarak geçen Jön Türklere gelince, bu ikinci kuşak reformcular da birincilerin anayasacılığını sürdürmekle birlikte İmparatorluk içinde gittikçe yabancılaşan Türkleri savunucu bir eğilim belirtmektedirler. Ayrıca yabancı yardımlara karşı biraz kuşkuyla bakmaktadırlar. Gerçi sonradan kendileri de yabancılarsız edemeyeceklerdir ve Abdülhamid’den de ileri bir Alman dostluğunda karar kılacaklardır, ama hiç olmazsa başlangıç niyetleri biraz kendine dönüş yönündedir. Böylelikle diğer halkları korkutmadan “Türkiye Türklerindir” gibi özlemler ileri sürmeye çalışmaktadırlar.

Başlangıçta bir çok gizli örgütten biri olarak kurulan Jön Türk Derneği “İttihat ve Terakki” (1894-95) giderek önem kazanacak ve özellikle subaylar arasında taraftar toplayacaktır. Jön Türk haraketi subayların politize olması için çalıştığı kadar başarılı da olmuştur. M. KEMAL’in askerlerin bu kadar politikaya karışmalarını uygun bulmadığı için İttihat ve Terakki yöneticileriyle anlaşmazlığa düştüğünü biliyoruz. Zaten İttihatçılar da yine kendileri bunun çıkmaz yol olduğunu anlayarak 8 Ekim 1912’de ordunun siyasetle uğraşmasını yasaklayan bir yasa çıkarmak zorunda kalacaklardır.

1908 devriminin ortamı İstanbul’dan çok Avrupa’ ya yakınlığıyla, kozmopolitliğiyle elverişli bir ortam sağlayan Selanik gibi Avrupa Türkiye’sinde gelişme olanağı bulmuştur.

İşte otuz yıldır askıda kalan anayasayı yeniden uygulamaya koydurtan ortam İstanbul’un dışında hatta Türklüğün dışında bir ortam görünümünde idi.

Enver Paşa
Enver Paşa

1908 Temmuzunda başkaldıran bir grup askerin başında dağa çıkan NİYAZİ ve ENVER Beyler, düzeni yeniden kurmak üzere Sultanın üzerlerine gönderdiği Anadolu askerleri de kendilerine katıldıktan sonra Latin Amerikalıların deyimiyle bir Telegrâfico devrimini başarırlar. Gerçekten 1908’de devrimciler Selanik’tedirler ama devrim İstanbul’da gerçekleşir.

İşin ciddiliğini anlayan Abdülhamit “otuz yıl önce zaten kendisinin ilân etmiş olduğu anayasayı halkın uyanıp, bilinçlendiğini dikkate alarak uygulamaya koymaktan mutluluk duyduğunu” bildirir. Fakat bu arada ilk fırsatta duruma egemen olmak için de çalışmayı da unutmaz. Dış güçlerden de yardım almayı kabullenerek tarihe 31 Mart Olayı (13.4.1909) olarak geçen karşı-devrim eylemine girişirse de Selanik ordusunun İstanbul üzerine yürümesi üzerine İttihat ve Terakkinin bütünüyle devleti ele geçirmesine yol açmış olur.. Ordu ise çoktan jermanize olmuştur.

Jön Türk iktidarında Ordu tümüyle politize olacaktır. 29 Bu durum haklı olarak zamanın Alman elçisine “Türkiye’de Orduyu kontrol eden güç biz oldukça Almanya’ya muhalif hiç bir hükümet iktidarda kalamaz” dedirtecektir. Nitekim gelişmeler bütün açıklıklarıyla birlikte bu gerçeğin sonuçlarını vereceklerdir.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir