"Enter"a basıp içeriğe geçin

Türk Edebiyatında Geçiş Dönemi

İstanbul’un fethi daha evvel teşekkül etmeye başlayan saray edebiyatını güçlendirmiş, sanatkârlar, şairler, bilginler kültür merkezi ve başşehir olan İstanbul’da toplanmaya başlamışlar ve saraya girebilmek için gayret göstermişlerdir.

Fâtih Sultan Mehmed Batılı ve Doğulu sanatkârlara ve ilim adamlarına çok önem vermiştir. Fâtih’in bugün Topkapı Sarayı Kütüphanesi’ndeki koleksiyonunda Batı dilleriyle ilgili 587 adet kitabın bulunması da onun ilim ve kültüre geniş bakış açısına sahip olduğunu göstermesi bakımından zikre değer mahiyettedir. Felsefe ve metafiziğe karşı merakı yam sıra astronomi ve riyâziyat bilimlerine de olan ilgisi ünlü riyâziyatçı ve astronom Ali Kuşçu’yu Ayasofya Medresesi’ne günde 200 akçe maaşla tayin etmesinden ve kendi huzurunda yaptırdığı İlmî münakaşalardan ve Türk ilim adamlarını da bu konuda teşvik etmesinden anlaşılmaktadır.

Fatih Sultan Mehmed
Fatih Sultan Mehmed

Avnî mahlasıyla şiirler yazmış olan Fâtih, dîvan sahibi bir şairdir. Devrinin en önemli şairlerinden Ahmed Paşa (ö.m. 1497)’nın tesirinde kalmıştır. Başta Ahmed Paşa olmak üzre devrinin ünlü şair ve yazarlarına sarayında sohbetler yaptırmıştır. Ziyâ Paşa’nm Ahmed Paşa, Necâtî ve Zâtî’yi Türkçe’nin temelini kuran şairler olarak göstermesi Türk edebiyatının çok önemli kaynaklarından biri olan Meşâirü’ş-Şuarâ’da Ahmed Paşa’nm kasidede devrin tek güçlü şairi olarak zikredilmesi ve devrinde Emîr-i nazm olarak amlması şairin edebî sahadaki gücünü göstermeye kafidir. Ancak onu İran şairlerinin tesirinde kaldığı için “mütercimlik” ile suçlayanlar da olmuştur.

Ahmed Paşa, şiirlerinde söz ve anlam sanatlarını çok sık kullanmıştır. Bir talihsizlik eseri olarak Fâtih’in gazabına uğramış, affedilmek için yazdığı “kerem” redifli kasidenin Fâtih tarafından beğenilmesi üzerine ölümden dönmüş, ancak bir daha saraya yaklaşamamıştır. Fâtih’in ölümünden sonra da İstanbul’a gelmemiş, Bursa’da sancakbeyi olmuştur. Kendinden sonraki şairleri çok etkilemiş olan Ahmed Paşa’mn mürettep dîvanı bulunmaktadır.

Ahmed Paşa’mn hocası olan ve Fâtih Sultan Mehmed’e bizzat Ahmet Paşa tarafından tanıtılan Melihi de Dîvan edebiyatının renkli ve rind-meşreb şairlerinden biridir. Şiirlerine nazire mecmualarında rastlanmaktadır. Saray çevresinde edebiyata verilen önemin müşahhas örnekleri ise Fâtih Sultan Mehmed’in iki oğlunun da kendisi gibi dîvan şiiriyle uğraşmaları hem Cem’in hem de Bayezid’in dîvan sahibi olmalarıdır. Türkçe bir dîvandan63 başka Farsça bir dîvanı da bulunan Cem Sultan Cem mahlası ile, II. Bayezid ise Adlî mahlası ile şiirler yazmışlardır. Akşemseddinzâde Hamdullah Hamdi (ö.m. 1503) dîvan sahibi bir şair olmasına rağmen, asıl şöhretini hamsesi ile yapmıştır. Kadın şair Mihrî Hâtûn (m. 1506), II. Bayezid’in oğlu Şehzâde Ahmed (ö.m. 1512)’in Amasya valiliği sırasında, onun meclislerinde bulunmuş ve yaşadığı devirde adını duyurabilmiştir. Mahlas olarak yine kendi adını kullanan Mihrî, sözünü sakınmayan ve şiirdeki tarzıyla dikkat çeken bir şairdir. Gerçekten de Mihrî Hâtûn o devirde

“Bir müennes yig durur kim ehl ola
Bin müzekkerden ki ol nâ-ehl ola”

diyebilmiş bir kadın şairdir. Şiirlerinden Necâü’nin etkisi hâkimdir. Bu durum Necâtî’nin pek hoşuna gitmemiş ve bu yüzden alışmışlardır. Dîvanının başında mesnevi tarzında bir tazarruf-nâme kısmı bulunmaktadır.

XV yüzyılın en önemli şairlerinden Necâtî (ö.m. 1509) Dîvan edebiyatının gelişmesi bakımından Ahmed Paşa’mn kasidede kazandığı şöhreti gazelleriyle elde etmiştir. Necâtî İran şairlerinden Selmân-ı Sâvecî (ö.m. 1376), Kemâl-i Isfahânî (ö.m. 1237) ve Nizâmî (ö.m. 1214)’yi kendine örnek almıştır. Asıl adı İsâ olan Necâtî, aslen Edirne’li olduğu halde uzun süre kalmış olduğu Kastamonu’da yazdığı “döne döne” redifli iki gazelle üne kavuşmuştur. Şairin İstanbul’a gelişi ve saraya intisabı, Fâtih Sultan Mehmed’in nedimlerinden biri vasıtasıyla olmuştur.

Yıldırım Bayezid
Yıldırım Bayezid

II. Bayezid zamanında Karaman’da Şehzâde Abdullah’ın himayesine giren Necâtî, şiirlerinde maharetle kullandığı mahallî malzeme, aruzu Türkçe kelimelerde ustalıkla ve ahengi bozmadan kullanması ve Dîvan edebiyaümn hayal dünyasım duygularıyla beslemesi sayesinde çok beğenilmiştir. Tezkireciler ondan övgü ile söz etmişler ve kendisine Husrev-i Rûm ve Melikü’ş-şuarâ sıfatlarını vermişlerdir. Dîvanının dışında , kaynaklarda sözü edilen Leylî vü Mecnun, Mihr ü Mah, Münâzara-i Gül ü Hüsrev, Kimyâ-yı Saâdet ve Câmi’ü’l-Hikâyat henüz ele geçmemiştir. Necâtî’nin başarısı, Türkçe’nin kendine özgü deyim ve deyişlerini kullanmasında, Türk gelenek, görenek ve atasözlerini şiire sokmasındadır. Şiirlerinde kullandığı renkli ve sanatkârane tarz, Necâtî’yi gazelde Ahmed Paşa’nın üstüne çıkarmıştır. Kendisi de bunun şuurunda olduğu için şiirine şöhret veren şeyin “renkli hayaller, güzel edâ ve söyleyiş tarzı” olduğunu bir şiirinde bizzat söylemekte hatta kendi şiirlerinin yamnda bütün şairlerin şiirlerinin de unutulduğunu belirtmektedir.

Dîvan’ı, inşâ tarzındaki yüz mektubu ihtiva eden Gül-i Sad-berg ve türünün ilk örneği olan Edirne Şehrengizi adlı eserleriyle, bu devrin, sesini duyuran şairlerinden biri de Mesîhî (ö.m. 1512)’dir. Priştine’de doğduğu kabul edilen Mesîhî’nin, bazı kaynaklarda asıl adının îsâ olduğu kayıtlıdır. İstanbul’a gelerek Hadım Ali Paşa’ya intisap eden Mesîhî, onun Şahkulu savaşında şehit olmasından sonra zor günler geçirmiştir. Edirne güzellerinden bahseden Şehrengiz’i ise bu türün hem ilk örneği hem de en beğenileni olmuştur. Latîfî’nin, Mesîhî hakkındaki düşüncesi, “hayal gücünün çok ince olduğu, kullandığı tarzın havâsa özel olması yüzünden, alelâde halkın onun şiirlerinin tadına varamayacağı” şeklindedir. Aşık Çelebi ise Necâtî’yi şiirin ilk temel direği Mesîhî’yi de ikinci temel direği kabul eder.

Geçiş devrinde, tercümeler devam etmekle birlikte, yeni türlerin ortaya çıkmasıyla edebiyat çevresinin genişlediğini, kuruluş devrine göre dîvan türünün geliştiğini ve bazı telif mesnevilerin yazıldığını görürüz. Yine bu dönemde destânî, destânî-tarihî telif veya tercüme (Battal-nâme’nin Arapça Zi’l-himme’ye dayanması gibi) eserler yazılmış ya da sözlü gelenekler yazıya geçirilmiştir. Osmanlı sultanları ve onların gazalarına ilişkin manzum-mensur edebî-tarihî eserler ortaya çıkmış ve tasavvuf! telif eserler yazılmıştır. Daha önce bahsi geçmiş olan Eğridir’li Hacı Kemal’in m. 1512’de hazırlamış olduğu ‘ Câmi’ü’n-Nezâir adlı nazire mecmuası, bu devrin karanlıkta kalan bazı şairlerini ortaya çıkarmada önemli bir rol oynamaktadır. Sonuç olarak geçiş devrinde, Osmanlı kültür hayatı oldukça zenginleşmiş ve bu devir bir sonraki dönemde doruğa çıkacak olan edebiyatımızın hazırlayıcısı olmuştur.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir