"Enter"a basıp içeriğe geçin

Osmanlı Devleti Duraklama Dönemi

Osmanlı Devleti Yenileşme Hareketleri

17. yüzyıldan 18. yüzyılın başına kadar olan dönem Osmanlı Devleti’nin Duraklama Dönemi olarak adlandırılır. Bazı tarihçiler duraklama dönemini Kanuni Sultan Süleyman’a kadar götürmektedir. Bazıları ise dönemin 1579’da Sokullu Mehmet Paşa’nın ölümünden sonra başladığını ifade etmektedir. Gerçekten de 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı sınırları dahilinde devlet teşkilatı ve sosyal hayatta birtakım aksaklıklar baş göstermeye başlamıştır. Ancak bu aksaklıklar fetihleri ve devletin genişlemesini durduramamıştır. Bu nedenle 17. yüzyılın sonuna kadar yaklaşık yüz yıl süren bu dönemin Duraklama Dönemi yerine Buhran Dönemi olarak adlandırılması daha doğru olacaktır. Çünkü Osmanlı Devleti’nin fetih ve zaferlerinin duraklamadığı, ancak iç ve dış nedenlerden kaynaklı olarak devletin idari ve askeri teşkilatında, iktisadi ve sosyal hayatta bir buhran yaşandığı görülmektedir. Bu döneme Osmanlı Devletinin yenileşme çabaları veya yenileşme hareketleri dönemi de denilmektedir.

Osmanlı Devleti Arması
Osmanlı Devleti Arması

Osmanlı Devletinin en parlak yıllarını yaşadığı Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’nden hemen sonra Sokullu’nun sadrazamlığı ve II. Selim’in padişahlığı sırasında, 1571’de yaşanan İnebahtı mağlubiyetine rağmen, Kıbrıs’ın fethi tamamlanmıştır. 1574’te Tunus ele geçirilmiş, 1578’de Fas’ta kazanılan el- Kasrü’l-kebir zaferiyle de Osmanlıların nüfuzu Kuzey Afrika’nın en batı ucuna kadar genişlemiştir.

Aynı dönemde Osmanlılar doğu sınırlarını da genişletme çabası içerisine girmişti. Şah Tahmasp’ın ölümünden sonra zayıflamaya başlayan Safeviler (İran) üzerine 1578’de yürüyen Osmanlı ordusu, böylece 12 yıl sürecek olan Osmanlı- Safevi savaşını başlatmış oldu. Bu savaş sonunda Osmanlı topraklarının doğu sınırı Hazar Denizi’ne kadar genişledi. Şah Abbas, 1622’de Safevilerin kaybettiklerini geri almak üzere on yedi yıl sürecek bir savaş başlattı. Bu savaş sırasında Şah Abbas’ın ele geçirdiği yerler ise ölümünden sonra tahta geçen Şah Safi döneminde IV. Murat’ın bizzat idare ettiği seferlerde geri alındı. 1639’da imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması ile de bugünkü Anadolu-İran sınırı çizilmiş oldu.

Osmanlı Devletinde Yenileşme çabaları döneminde, geleneksel Doğu- Batı siyasetin yanında Kuzey siyaseti takip etmiştir. Devletin buraya yönelmesine 1594’ten itibaren başlayan Kossak saldırı ve yağmalamaları neden olmuştur. Kossaklar 1615, 1620 ve 1624 yıllarında İstanbul’un Karadeniz kıyılarına kadar inmeyi başarmıştır. Bu akınlar Osmanlı Devleti’ni büyük oranda zarara uğratmış, ülke içinde bu dönemde kıtlığın baş göstermesine de sebep olmuştur.

Kossaklar, 1649’da yarı bağımsız bir devlet kurmuşlar ve 1654’te Rus Çarlığı’na bağlanmışlardı. Bu durum Osmanlı Devleti için Kossak tehlikesini daha da büyütmüş, bunun üzerine 1672’de Osmanlı orduları Lehistan seferine çıkmıştı. 1676’da imzalanan Zoravna Antlaşması ile Osmanlılara tabi olan Kossaklara Lehistan sınırları içinde kalan topraklarının geri verilmesi kararını aldı.

1593 yılından itibaren başlayan Osmanlı-Avusturya savaşları, 1606’da imzalanan Zitvatorok Antlaşması ile sonuçlandı. Osmanlı Devleti Avusturya karşısındaki üstünlüğünü anlaşma metninde de göstermekteydi. 1618’de Protestan ve Katolik pek çok Avrupalı devlet arasında başlayan Otuz Yıl Savaşları 1648’de imzalanan Vestfalya Antlaşması ile sona erdi. Osmanlı Devleti, Doğu Akdeniz’de hakimiyetini sağlamak için 1645’te Girit Seferi’ni başlattı. Uzun muharebelerden sonra 1669’da Girit fethedildi. 1656’da Köprülü Mehmet Paşa kumandasında Limni ve Bozcaada alındı. 1662’de Osmanlı ordusu Erdel’e (Romanya) girdi. 1663’te Uyvar’ın (Slovakya) fethiyle batıdaki en geniş sınırlara ulaşıldı.

17. yüzyılın son çeyreğinde batıda, Katolik Habsburgların baskısından kurtulmak amacıyla Protestan Macarlar Osmanlı Devleti’nden yardım çağrısında bulundu. Bunun üzerine Osmanlılar, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa önderliğinde 1683’te Viyana’ya ikinci bir sefer düzenledi. 1683 Nisan’ında yola çıkan ve Temmuz ayında Viyana’yı kuşatma altına alan Osmanlı ordusu, Leh kuvvetlerinin yardıma gelmesi üzerine bozguna uğrayarak geri çekildi. Viyana bozgunundan sorumlu tutulan Kara Mustafa Paşa ise Belgrat’ta idam edildi.

Osmanlıların Viyana’da bozguna uğratılması Avrupa devletlerinin moralini yükseltti. Avusturya, Lehistan ve Venedik arasında Kutsal İttifak kurularak Osmanlılara karşı saldırıya geçti. Bu ittifaka 1686’da Ruslar da katıldı. Osmanlılar, 1697’de Zenta Bozgunu’ndan sonra barış yapmak zorunda kaldı. 1699’da imzalanan Karlofça Antlaşması ile Osmanlı Devleti Macaristan’dan çekildi. Bu antlaşmayla Osmanlı Devleti Balkanlar’da ve Ukrayna’da geniş çapta toprak kaybına uğradı.

Osmanlı Devletinde Duraklama Dönemi

Duraklama adı verilen bu dönemde Osmanlı Devleti, II. Viyana Bozgunu’na kadar fetihlerini sürdürmüş; doğu sınırı Hazar Denizi’ne, batı sınırı Erdel (Romanya)-Uyvar’a (Slovakya) ulaşmıştı. Kuzey sınırı Batı Ukrayna’ya kadar dayanan, Kuzey Afrika’yı en batı ucuna kadar fetheden Osmanlı Devleti, Tunus, Kıbrıs ve Girit’i de hakimiyetine almıştır. Ancak bu başarılarına rağmen Osmanlı Devleti, iktisadi ve sosyal hayatta meydana gelen dönüşümlerle birlikte güçlenen Avrupa’da meydana gelen bu gelişmelerden kaçınılmaz olarak olumsuz etkilenmiştir. Bu başarılara rağmen Osmanlı’nın askerî gücünün Avrupa karşısında eski ihtişamını ve kuvvetini büyük oranda kaybetmiş olduğu anlaşılmıştır.

Osmanlı Devletinde Yenileşme Çabaları
Osmanlı Devletinde Yenileşme Çabaları

Öte yandan askerî zaferler kazanmak gayesiyle devletin bütün maddi kaynaklarının seferber edilmesi, zaten Avrupa’da yaşanan iktisadi gelişmeler karşısında zayıflamaya başlamış olan Osmanlı ekonomisini ciddi bir dar boğaza sokmuştur. Haçova, Osmanlı zaferiyle sonuçlanmıştır ancak Zitvatorok Antlaşması’yla Osmanlılar Macaristan’da Habsburg imparatorluğu ile eşit imparatorluklar olduğu ilkesini kabul etmek zorunda kalmıştır.

Eğri ve Kanije dışında da bu zafer ganimet getirmemiştir. Safevilerle savaşta Osmanlılar Bağdat’ı almayı başarmıştır. Azerbaycan’ın Safeviler’de Irak’ın ise Osmanlılarda kalmasıyla bir Osmanlı-Safevi dengesi sağlanmışsa da 60 yıl süren bu savaş Osmanlı Devleti’ni iktisaden oldukça yormuştur. 25 yıllık mücadelenin sonunda Girit alınmıştır ancak bu savaşta Osmanlı deniz gücünün Avrupa denizciliğine göre geri kalmış olduğu ortaya çıkarken uzayan savaş Hazine’yi tüketmiştir. Batı Ukrayna Osmanlılara bağlanmış olmasına rağmen kısa bir süre sonra Osmanlılar buradan çekilmek zorunda kalmıştır.

Devrin Alimlerinin Kaleminden Yenileşme Dönemi

Osmanlı Devleti’nin yaşadığı buhran 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bazı Osmanlı devlet adamları ve alimleri tarafından fark edilmiş ve durumun iyileştirilmesine yönelik olarak çeşitli tedbirler üzerinde durulmuştur.

Osmanlı Devletinde Duraklama Dönemin aydınları tarafından devletin içinde bulunduğu bu durum “tereddî ve tagayyür (yozlaşma ve bozulma)” olarak nitelendirilmiştir. Halep Defterdarı Gelibolulu Mustafa Âli Efendi 1581’de yazdığı Nasihatü’s-Selatin adlı eserinde buhrana sebep olarak “devlet adamlarının niteliksizleşmesi”ni göstermektedir. Bosnalı Bilgin Hasan Kâ- fi ise 1595’te yazdığı Usûlü’l-Hikem fi Nizami’l-Âlem adlı eserinde, buhrana “devlet düzeninde eski kuralların terk edilişinin ve askeri alanda teknolojik olarak geri kalmışlığın” yol açtığını söylemektedir.

Manisalı Defter Emini Aynî Ali, Risale-i Vazife-haran ve Merâtib-i Bendegân-ı Âl-i Osman adlı eserinde “tımar sisteminin bozulması, makam sahiplerinin günlük çıkar peşine düşmesi, askerî teşkilatın bozulması, rüşvetin artması, hazinenin boşalması” gibi gelişmelerin Osmanlı Devleti’nde bir buhran yaşanmasına yol açtığını ifade eder. Ayrıca devletin devamlılığı için şart olan kurumların (reaya, hazine ve asker) bozulduğunu yazmaktadır. 17. yüzyılın ilk yarısında da âlimler buhranın nedenini ve çözümünü aramaya devam etmiştir.

Göriceli Koçi Bey IV. Murat’a (1623-1640) sunduğu risalesinde, buhranın köklerini Kanuni Dönemi’ne kadar götürerek, “reaya, memleket ve hazine kaybına rüşvetçiliğin sebep olduğunu” ifade etmiştir. Rüşvetçiliğin artmasını ise niteliksiz devlet adamları ve yöneticilerin varlığına bağlamıştır. Dönemin âlimlerinden Kâtip Çelebi ise Mizanü’l- Hak fi İhtiyari’l-Ehakk adlı eserinde Osmanlı medreselerinin bozulmuş olmasını devletin bir buhran devrine girmesine sebep olarak gösterir. Ona göre medreseler taassup içine düşmüştür oysa âlimler pozitif bilimler ve felsefeye yönelmelidir.

Avrupa’nın Roma İmparatorluğu’nun yıkılışından itibaren kaydetmiş olduğu geliş- meyi incelemeden ve göz önünde bulundurmadan Osmanlı Devleti’nin 17. yüzyılda yaşadığı buhranı anlamak ve kavramak mümkün değildir. Avrupa, 11. yüzyılda kuvvetli siyasi birliğin bulunmadığı derebeylikler görüntüsünden, 14. yüzyıldan itibaren hızla kurtularak merkezileşmeye başlamıştır. Mutlak hükümdarlık rejimlerinin güç kazanmasıyla birlikte, 16. yüzyılda, Avrupa’da sömürgecilik hareketi başlamış ve Osmanlı yönetimince asla benimsenmeyecek olan bu yöntem Avrupa’ya büyük zenginlik getirmiştir.

Kilisenin birliğinin sarsılmasıyla birlikte yaşanan Reform ve Rönesans devirleri, 17.yüzyıldan itibaren Aydınlanma Çağı’na girilmesine; bilim, teknoloji, felsefe ve kültür alanında Avrupa’nın büyük aşamalar kaydetmesine yol açmıştır. Teknolojik gelişmelerin nimetlerini askerî alanda toplayan ve sömürgelerden elde edilen gelirlerle hazinelerini dolduran Avrupalı devletler, 17. yüzyıldan itibaren Doğu’nun büyük imparatorluğu Osmanlılara karşı büyük bir avantaj elde etmiştir. Osmanlı Devleti ise rakiplerinin sağladığı bu gelişmeler karşısında rekabet edemeyerek eski iktisadi ve askerî gücünü kaybetmeye başlamıştır. Bu durum, devlet teşkilatında ve sosyal hayatta da bozukluların baş göstermesine yol açmıştır.

Avrupa’daki gelişmelere paralel olarak yaşanan bu buhranının sebeplerini şöyle sıralamak mümkündür:

  • Avrupa’nın kuvvetli merkezi hükûmetler kurması, sömürgecilik yoluyla zenginleşmesi ve bilim, teknoloji, felsefe ve kültür alanında büyük gelişmeler kaydetmesi.
  • Coğrafi Keşiflerle İpek Yolu gibi Osmanlıların hakimiyetindeki eski ticaret yollarının önemini kaybetmesi.
  • Hanedan ve devlet adamlarının iyi yetişmemiş olması.
  • Merkezi otoritenin zayıflaması ve iltizam sistemine geçişle birlikte mültezimlerin (vergi tahsildarları) köylü üzerindeki baskıyı artırması üzerine yoksulluk ve isyanların artması. (Celali İsyanları vb.)
  • Yeniçeri Ocağı’nın ve askerlik teşkilatının bozulması, savaşta elde edilen ganimetlerinin azalması.
  • Devletin sınırlarının genişlemesiyle birlikte merkezi otoritede yaşanan sorunlar.

Yüzyılın başında Osmanlı devlet adamlarının pek çoğu son 15 yıl dört cephede savaşıldıktan sonra 1699’da imzalanan Karlofça Antlaşması’yla alınan kötü sonuçlar sebebiyle önce devletin iç durumunun düzeltilmesi gerektiği fikrinde birleşmişti. Çünkü ancak bu şekilde devletin kaybettiği toprakların geri alınmasının mümkün olabileceğine inanılmaktaydı. Öte yandan Kapıkulu askerleri 1703’te isyan etmiş ve Edirne Vakası olarak anılan bu olayda II. Mustafa tahttan indirilerek Şeyhülislam Feyzullah Efendi de öldürülmüştü. Edirne Vakası, Osmanlı devlet adamlarına iç meselelere eğilmenin artık kaçınılmazlığını ve yapılacak ilk işin de merkezi otoriteyi güçlendirmek olduğunu açıkça göstermişti.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir